“Hiçkimse, görmek istemeyen biri kadar kör değildir.” İbn-i Sina
Bu güçlü cümle, yalnızca fiziksel bir körlükten değil; zihinsel, duygusal ve ruhsal bir inatçılıktan, seçici algıdan ve dirençten bahseder. Sosyal bilimler açısından bakıldığında bu duruma “bilişsel çarpıtmalar”, “onaylama yanlılığı” (confirmation bias) ya da “algı filtresi” gibi kavramlarla açıklama getirilir. İnsanlar, karşılaştıkları bilgiler veya deneyimlerle kendi inanç ve değerleri arasında çatışma yaşadıklarında, bu çatışmayı azaltmak için gerçeği görmemek, reddetmek ya da göz ardı etmek eğilimindedirler. Genellikle inandıkları, güvende hissettikleri dünya görüşünü tehdit eden gerçeklerle yüzleşmekten kaçınırlar. Çünkü yeni bir gerçeği kabul etmek, mevcut inanç sistemini sarsabilir, kimliğe zarar verebilir ya da sosyal çevreyle çatışmaya neden olabilir. Bu yüzden görmek istemeyen biri, yalnızca gözlerini değil; düşünsel kapılarını, kalbini ve bazen vicdanını da kapatır.
Bu durum, aynı zamanda sosyal psikolojideki seçici algı (selective perception) kavramıyla da ilişkilidir. Bireyler, yalnızca kendi inançlarına ve değerlerine uygun bilgileri kabul eder ve diğer tüm bilgileri göz ardı ederler. Örneğin, bir kişi, dünya üzerinde olan adaletsizliği ya da eşitsizliği görmek istemiyorsa, bunu fark etmek yerine, hayatını rahatlatacak şekilde gözlerini kapar. Bu, bilinçli bir seçim olabilir veya toplumsal yapının, bireyi rahat bir kabuk içinde tutan etkilerinin bir sonucu olabilir.
Spiritüel bağlamda bu körlük, ruhun kendi yolculuğunda henüz hazır olmadığı farkındalıklardan korunma mekanizmasıdır. Evrensel öğretiler, ruhsal uyanışın bireyin özgür iradesine dayandığını vurgular. Gerçek bilgelik, bilgiyi zorla aktarmak değil; zamanı geldiğinde kendiliğinden açığa çıkmasına izin vermektir. Bu bağlamda birine “gösterme” çabası, çoğu zaman ters teper. Görmek istemeyen, kendi içsel karanlığında bir süre daha kalmak zorundadır çünkü oradan alacağı ders henüz tamamlanmamıştır.