Koronavirüs nedeniyle evde kalmamızın, sosyal mesafeyi korumamızın ve toplum içine girmememizin önemli olduğunun açıklandığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle yaşlılar için tehlikeli görünse de gençler için de tehlikeli olabilen, en iyi ihtimalle bağışıklık geliştirdiğimiz ama taşıyıcı konuma geldiğimiz bir virüsün söz konusu olduğu söyleniyor. Yetkili birimler evde kalmamız konusunda sürekli uyarılar yapıyor, hatta gerekli görürlerse yaptırım uyguluyor. Peki neden hala sokaklarda, alışveriş merkezlerinde, parklarda, bahçelerde gezen, dolaşan, hatta mangal yakıp piknik yapan insanlar var? Özellikle yaşlılar neden uyarıları dinlemiyorlar? Evde olmayı ve yalnız kalmayı hiçbir zaman sorun olarak görmeyen, kendimle başbaşa kalmaktan hoşlanan ve mutlaka yapacak bir şeyler bulan ben bile -şu an yalnız bile olmamama rağmen- içten içe dışarı çıkmak istiyorum? Aslında altında birkaç psikolojik neden yatıyor. Detayları psikologların yorumlarına bırakarak, size en yalın şekilde birkaç teori sunacağım. Öncelikle, hepimiz biliyoruz ki yasaklar her zaman çekici olmuştur. Kısıtlanma hissi, bir insanı kısıtlandığı şeye daha çok iter. Ardından stres geliyor. Bilinç düzeyinde düşünmesek de bilinç dışında bu virüsün varlığı ve ilgili haberler bizi strese sokuyor. Bu da bulunduğumuz durumdan rahatsız olmamıza sebep oluyor. Bunalıyor ve dışarı çıkma isteği duyuyoruz. Sonra merak geliyor. Eve sığdırdığımız dünyamızın dışında neler yaşandığını merak ediyoruz. Görüp öğrenme isteği duyuyoruz.
Ancak, şu an için yapacağımız en iyi şey mecburen evde kalmak. Bir diziye başlayın mesela, internet üzerinden ya da manuel oyunlar oynayın. Birlikte yemek yapın ya da yalnızsanız yeni tarifler deneyin. Evin işi bitmez, ertelediğiniz bir işi bitirin; mesela bahar temizliği yapın 🙂 Ev insanı sıkmaz, insan kendi kendini sıkar. Evde kalın ama sıkılmayın 🙂